..:: Bir Zamanlar Mekke Günümüzün Londrasıydı ::... BİR ZAMANLAR “MEKKE” GÜNÜMÜZÜN LONDRA’SIYDI. Üsküdar, İstanbul “Güneşin altında yeni bir şey yok" diyor Nihil Novi Sub Sole. Evet, güneşin altında her zaman “aynı şeyler” var. Ancak bir farkla; o da insan faktörüdür ki, insanın olduğu yerde değişim, dönüşüm ve gelişim vardır. Buna rağmen insanların doğumu, yaşam kaynağı, duyguları, üzüntüleri, sevinçleri ve dahi ölümleri hep aynıdır. Bu makaleyi ele alırken bir bankacı olarak; uzun yıllar önce bir vesile ile tanıştığım, beraber mesai yaptığım ve halen çeşitli platformlarda bir arada olma imkânına sahip olduğum değerli fıkıh alimi, Prof. Dr. Hayrettin Karaman, iktisatçı Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve her daim rahmetle yâd ettiğim Prof. Dr. Haşmet Başar, Prof. Dr. Sabahattin Zaim hocalarımın İslam perspektifi ışığında ticaret ve günümüz modern değimi ile bankacılık-finans sistemine getirdikleri yorumlardan yola çıkarak Yüce İslam’ın geçmişten günümüze iktisadi hayata katkılarını ve günümüzde geldiği noktayı irdelemek istedim. Değerli okurlar, herşeyden önce konumuz gereği, bazı istatistiki verilere yer vermenin yararlı olacağını düşünüyorum. Şöyle ki; IMF'nin 2013 sonu itibariyle verilerine bakıldığında, dünya ekonomisinin lokomotifi durumunda olan ilk ülke sıralamaları şöyledir. ABD 16 trilyon dolarla birinciliğini korurken, Çin 9 trilyon dolarla ikinci, Japonya 6 trilyon dolarla üçüncü sırada yer almaktadır. Devamında ise 3,5 trilyon dolarla Almanya, 2.7 trilyon dolarla Fransa, 2.5 trilyon dolarla İngiltere, 2.2 trilyon dolarla Brezilya, 2.1 trilyon dolarla İtalya, 1.8 trilyon dolarla Kanada, 1.7 trilyon dolarla Hindistan, 1.5 trilyon dolarla Avustralya ülkesinin izlediğini görmekteyiz. Daha sonra 1.4 trilyon dolarla İspanya, 1.3 trilyon dolarla Meksika, 1.2 trilyon dolarla Güney Kore, 867.5 milyar dolarla Endonezya, 822.8 milyar dolarla Türkiye, 800.5 milyar dolarla Hollanda, 718.5 milyar dolarla Suudi Arabistan ve 646 milyar dolarla İsviçre takip etmektedir. Anlaşılacağı üzere, Türkiye dünya ekonomisinin 16 ıncı basamağında yer almasına karşın, "57 Müslüman ülkesinin" dünya sıralaması liginde maalesef çok çok gerilerde yer aldığını üzüntü ile müşahede etmekteyiz. Dünya nüfusu 7 milyar dolaylarında yer alırken bir demografi yapıya göre, bunun % 23’ünü Müslüman ülkeler yani 1.57 milyar kişi teşkil etmektedir. Şimdi, birkaç soruyla taşları yerlerine oturtmaya çalışalım. Müslüman aleminin ağırlıklı olarak yaşadığı, Balkanlar, Avrupa, Ortadoğu, Körfez ve Asya bölgelerindeki ülkeler, bunca insan kaynağının bolluğu, son derece bereketli ve verimli toprağı, yer altı ve yer üstü madenlerin merkezi olmasına karşın; neden hâlâ dünya ekonomisinde hak ettiği ölücüde yerini alamamıştır? Yaşanan bunca savaşlar, acılar, ızdırap ve çilenin manevi buhranın yanısıra esasen "iktisadi" yoksunluktan olduğu neden anlaşılamamıştır? Tarih sahnesinde başta efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) olmak üzere; ashabı, dört büyük İslam halifeleri, dört mezhep imamı, devamında büyük komutanlar Selahaddin-i Eyyubi, Fatih Sultan Mehmet Hz. ve uluslararası arenada entellektüel varlıkları kabul görmüş; Hazini, İbni Avvam, Cabir Bin Hayyan, İbni Fazıl, Harizni, Ebu Maşer, Battani, Ebu’l Vefa, İbni Cessar, Beyruni, Zerkali, İbni Rüşd, Piri Reis, Mimar Sinan, İbrahim Hakkı Hazretleri, Bediüzzaman Hazretleri vb. ismini sayamadığım yüzlerce büyük devlet adamı, komutanları, bilim adamları, İslam alimleri olmasına rağmen neden bizler onlara sahip çıkamadık? Neden onların gittikleri yoldan gidemedik ve neden yeteri ölçüde aydınlanamadık? Neden bu kadar (affınıza sığınarak) aşağılık kompleksine kapılarak batının sözüm onlara büyük diye lanse edilen yazarlarını, şairlerini, bilim adamlarını, komutanlarını baş tacı ederek kendi evrensel değerlerimizi yok saymak durumunda kaldık? İslam dünyasında meşruluğu olan bu bilimsel metodun sorgulama mekanizması neden defakto yöntemi ile devreye sokulmamıştır? Unutulmaması gerekir ki; finansal ekonomisi zayıf, demokrasiden, özgürlükten yoksun bir Müslüman ülkesinin özellikle ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail gibi despot ülkelere karşı sürekli boynu bükük, emir alan, zafiyet içerisinde yönetilen bir durum ile karşı karşıya kalacağı kaçınılmaz bir realitedir. Ki daha düne kadar IMF koskoca Türkiye'nin ümüğünü sıkmadı mı? Ya Irak'a, Afganistan'a, Filistine, Lünban'a, Mısır'a ne demeli. Globalleşen dünyada, bir ülkenin artık kılıçla zafer elde etmenin güç olduğu bir süreçte, güçlü bilgi, güçlü insan kaynağı, güçlü ekonomi ve güçlü savunma sanayiden geçtiği artık tartışılmaz bir gerçektir. Bu nedenle İslam aleminin özellikle son iki yüz yılda batı dünyası tarafından yaşatılan savaşlar, gözyaşları, acılar, dramların temelinde; savunma sanayinin yetersizliği, eğitimsizlik ve en nihayetinde ekonomik güçleri ile o ülkeleri esaret altına aldıkları bilinen en temel gerçeklerdir. Pekâlâ, bugün küresel ekonomisinin, finans ve bankacılık üzerinde palazlandığını bir nevi kapitalizmin kalbi durumuna gelen bir yapının özellikle LONDRA olduğunu inkâr etmek mümkün müdür? Amerikan ekonomisini bir kenara bırakırsak, özellikle Müslüman ülkelerinin bütün parasını bir emisyon sistemi ile içine çektiği Londra borsası nasıl oldu da bu seviyeye geldi? Oysa İslamiyet’in doğuşu ve öncesinde dünyanın ticaret merkezi hiç şüphesiz Mekke şehriydi. O günün koşullarında adı konulmasa da bankacılık sistemi adı altında bütün emtialar, hazine ürünleri, hisse senetleri, altın, gümüş ve borsa işlemlerinin kalbi Mekke idi. Tabiatıyla Hindistan’dan Çin’e Avrupa’dan Roma’ya bütün müteşebbislerin gözü, kulağı Mekke şehri idi. Modern Roma hukuku, Mecelle kanunları ve iktisadi hayatı düzenleyen borçlar hukuku Mekke şehrinin finansal ritmine göre şekillenmişti. Ne oldu da geldiğimiz noktada artık dünya gözünü batıya çevirmiş durumda? Bunu sorguladığımızda açık belirtmeliyim ki, Müslümanların batıda olduğu gibi bilime, sanata, fen ve teknoloji sahasına yeteri derecede önem vermedikleri, ticari yaşamın bütün süreçlerinde moderniteye istenilen düzeyde adapte olamadıkları, matbaaya dahi uzunca bir süre direndikleri yönünde hazin bir gerçekle karşı karşıya kaldığımızı görmekteyiz. Bugün Müslüman alemi yeniden silkelenmesi gerekmez mi? Batı dünyası özellikle 1800 lü yılların başından itibaren, sanayi devrimi ile birlikte bant üretimine geçtiğinde başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere, diğer İslam devletleri niçin geride durmayı tercih etti? Hiçbir kimse, Yüce dinimiz İslam’ın “bir lokma, bir hırka” felsefesinden yola çıkarak Müslüman bireylerin ya da kurumlarının zenginliğini meşru göremeyeceği, bireylerin ve toplumların gelişimini bu yöntem ile doğru bulduğunu savunmasın! Savunması halinde o vakit, Allah (c.c) ve Resul’ünün (s.a.v.) varlıklı insanların infak etmesini, zekat, fitre, hayır-hasenat ve hatta karz-ı hasen (karşlıksız borç) kavramlarını nereye oturtacaklarını da açıklamaları gerekmez mi ? Tam aksine, İslam dinimiz Müslüman kişilerin, kuruluşların ve devletlerinin bizatihi zengin olmalarını teşvik etmiştir. Ancak, bu teşviklerle birlikte prensipler kaidesini de açık ve net bir şekilde ortaya koymuşlardır. Bunun en güzel örnekleri de Bakara Suresi 275-285 inci ayetleri ve sahih hadislerde yer almaktadır. Şüphesiz Yüce İslam, faizi, tefeciliği, tekelciliği, karaborsacılığı, kalpazanlığı, spekülasyonu kesin bir dille ret etmiştir. Bunun yerine, güzel ahlakı, adaleti ve eşit ölçüde paylaşmayı savunmuştur. İşte tüm bu ve buna benzer işlemler bir zamanlar günümüzün Londra’sı Mekke’de yapılıyordu. Temennim şudur ki; 57 İslam ülkesi yeniden uyanarak, dirilerek ve birleşerek Mekke şehri gibi bir İslam Ticaret Merkezine kavuşması yönünde ortak akıl ile hareket etmesidir, ki bu konuda karamsar değilim. Geldiğimiz noktada başta Türkiye olmak üzere; Dubai, Endonezya, Malezya, İran ve Qatar gibi ülkeler son yıllarda bunun işaret fişeklerini çakmışlardır. Günümüzde globalleşen dünyada, Müslüman ülkeleri de İslam Konferansı Teşkilatını – Birleşmiş Milletlerin, D-8 (Developing Eight) Avrupa Birliği ve Şangay İşbirliği Örgütünün, İslamic Development Banking (İslam Kalkınma Bankası) IMF’nin yerine iyi niyetlerle alternatif olarak kurulan Müslüman kuruluşlarımızdır. Umulur ki,bu güzel kuruluşlarımız daha aktif ve daha etkin bir şekilde varlıklarını sürdürmeleri yönünde aksiyon alacaklardır. Her Müslüman bireye düşen ise, bu mecralarda kafa yormaları ve bu tür girişimlerde bulunan kurum ve müesseseleri yürekten desteklemeleri gerektiğine inanıyorum. Kalın sağlıcakla. Yazan :
| ||||||||||||||||||||||||||||||||
12106 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |