Bu yazıyı yavaş yavaş, düşüne düşüne okumanızı,
Anlayacağına inandığınız kişilere de göndermenizi rica ediyorum.
Özgecan'ın herkesi şaşırtan babası Mehmet Aslan: Kalbime ateş düştü ben yandım...
Mersin’de eve gitmek amacıyla bindiği minibüsün şoförü tarafından vahşice katledilen Özgecan Aslan’ın babası Mehmet Aslan, “Efendim netice itibariyle, benim kalbime ateş düştü, ben yandım. Evet, ilahi adalet tecelli edecek, buna da inanıyorum. Ama çözüm idam değil. İdam caydırıcı olabilir belki ama benim kızımın üzerinden tartışılması da beni rahatsız ediyor” dedi.
Yaptığı sağduyulu açıklamalarla herkesin takdirini kazanan Aslan, bu metaneti için, “netice itibariyle dünyayı savaş alanına çeviren, insanı mutsuzluğa iten 'nefsi.' Yıllarca mücadele ettim ben nefsimle. Hep güzellikleri aradım. İnsanlara saygımda, sevgimle, hürmetimde kusur etmedim. En zor durumlarda dahi 'bilinçli sessizliği' seçtim” ifadelerini kullandı.
Hürriyet yazarı Ayşe Arman’ın sorularını yanıtlayan (22 Şubat 2015) Mehmet Aslan’ın açıklamalarından satır başları şöyle:
Mehmet Bey, düşünerek konuşuyor, tane tane.
Benden sadece iki yaş büyük, 47 yaşında.
Ama sanki ruhu daha yaşlı.
O, bende, bu dünyaya defalarca gelip gitmiş çok tekamül etmiş bir ruh intibaı yarattı.
Derin ve katmanlı konuşuyor. Hatta başka türlü konuşamıyor.
Farklı bir bilgelik seviyesinde.
Tasavvufa ilgisi de hemen anlaşılıyor. İçim acıdı, üç günde sakalları beyazlamış.
Ama beni asıl sarsan, kardeşi Yaşasın Aslan'ın, "Sizden bir şey rica ediyorum" demesi oldu.
"Tabii dinliyorum" dedim.
"Abimle konuşurken lütfen Özge'nin başına gelenlerin ayrıntısına girmeyin, çünkü bilmiyor!"
"Nasıl yani?" oldum.
Aile, kızlarının bir cinayete kurban gittiğini biliyor ama bizim bildiğimiz ayrıntılardan haberdar değiller. Çünkü eve gazete sokmuyorlar, internetten takip etmesine izin vermiyorlar.
Kimse de Mehmet Aslan'ın karşısına geçip, Özge'nin son anlarını, maruz kaldığı işkenceleri ona anlatmıyor!
Bunu öğrenince çok fena oldum, ben de hiçbir şekilde o konulara girmedim. Belki bu röportajı da okumayacak.
Özge'yi tespit etmeye amca Yaşasın Bey girmiş.
Ağlayarak anlattı: "Abim çok istedi kızını son bir kez görmeyi ama ben izin vermedim. 'Yüzü iyi halde değil' dedim. 'Özge'yi hep gülerken hatırla abi' dedim. Çünkü kızını o halde görseydi, hayatına devam edemeyecekti..."
Yaşasın Aslan, bana bilmediğimiz işkence detayları anlattı. Çok çok fena. Müthiş bir dayanışma içindeler.
Yaşasın Bey diyor ki,: "Abimin metaneti bize de destek veriyor. Onun sağduyusu karşısında biz de taşkınlık yapamıyoruz. Abim hep böyleydi, çocukluğundan beri farklıydı..."
Gelin bu acılı babaya, kalbi güzel insana, Mehmet Aslan'a kulak verelim...
Tevekkül ve Kâmil İnsan
Nasıl söylenir, ne denir bilmiyorum. Başınız sağ olsun. Allah sabır versin...
-Sağ olun, eksik olmayın.
Kızınızın yaşadığı vahşet bir an olsun bizim bile aklımızdan çıkmıyor. Kim bilir siz ne haldesiniz...
-İyi olmak mümkün değil tabii ama yine de şükürler olsun. Bedensel olarak birtakım sıkıntılarımız var, sürekli ailemizden birileri hastaneye kaldırılıyor. Özge'nin gidişinden beri her akşam böyle, gündüz taziye çadırındayız, gece hastanenin Acil'inde. Ama yaşadığımız bu acıya rağmen, yine de aklımız yerinde.
Bütün Türkiye söylediklerinize ve size hayran kaldı. Büyük bir vahşetle karşı karşıya kaldınız ama "Sevmekten başka çıkar yolumuz yok!" dediniz. Herkesin şaşkınlıktan dili tutuldu. Nasıl böyle sakin kalabiliyorsunuz?
-Şimdi efendim, bu vahim olay yıllar önce yaşansaydı, ben de alışık olduğunuz tepkiyi gösterirdim. Yani aklım devre dışı kalırdı, içimde hangi duyguları beslemişsem, büyütmüşsem onlar açığa çıkardı. Ama demek ki yıllar içinde ben değişebilmişim, acımı dışa vurma biçimim de değişmiş.
Yıllar içinde ne oldu?
-Çabaladım. İyi bir insan olmak için çabaladım. Benimki bir iddia değildi, 30 yıllık bir çaba. Bu uğurda, 30 yıldır uğraş veriyorum. Egomu, mümkün mertebe sıfırlayabilmeye çalışıyorum. Egomun beslendiği bütün kanalları zayıflatmak için uğraşıyorum. Ama tabii bu söylediklerim kolay olmuyor. İnsan değişmek istese bile değişemiyor. Değişimin nasıl olacağını anlaması bile 15-20 yılını alıyor.
Çocuğu böyle vahşi bir şekilde katledilmiş bir baba olarak bu kadar merhametli konuşmanızın açıklaması ne olabilir? Siz bize ders mi vermek istiyorsunuz?
-Estağfurullah! Benim içimde ne varsa, dilimde de o var. Dilimde ne varsa içimde olan da o...
O katiller karşınızda olsa yine bu sükûnetinizi koruyabilir miydiniz?
-Böyle bir empati kurmak istemiyorum. Sizin bu sorduğunuz soruyu ben de kendime sordum. Onları affetmek gibi bir düşüncem yok. Cezalarını çekmelerini istiyorum.
Fakat "Zulmetmeyin!" diyorsunuz, "Sadece cezalarını çeksinler!" Siz, bu noktaya nasıl gelebildiniz? Müthiş bir aşmışlık bu! Acıyla yanan bir insan, yavrusunun katillerine karşı nasıl bu kadar duyarlı olabilir?
-Şimdi efendim, netice itibariyle dünyayı savaş alanına çeviren, insanı mutsuzluğa iten 'nefsi.' Yıllarca mücadele ettim ben nefsimle. Hep güzellikleri aradım. İnsanlara saygımda, sevgimle, hürmetimde kusur etmedim. En zor durumlarda dahi 'bilinçli sessizliği' seçtim.
Bu sayede mi kendinizi hırstan ve intikam duygusundan arındırabildiniz?
-Evet. Şöyle izah edeyim: Bir insan, toprağa bir tohum eker. O tohumun bir fidan, bir gül, bir ağaç olabilmesi ve meyve verebilmesi için zaman gerekir. Ama o tohumu ekmezsen, o neticeye ulaşamazsın. Bu, istemektir. Ama tek başına istemek de yetmez. Sulayacaksın, çapalayacaksın, çabalayacaksın, bakımını yapacaksın. Güneş görecek ve belli bir zaman geçecek. Meyveye ancak o zaman kavuşabilirsin. Aynı şey insanlar için de geçerli. İnsan, değişmek istiyorsa, iyiye, güzele yönelmek istiyorsa, kalbine sevgi tohumu ekmeli.
Peki kendi başına bunu gerçekleştirebilmesi mümkün mü?
-İnsan değişmeyi istiyorsa, bir arayışa giriyor ama illaki bir yol gösterenin olması gerekiyor. Bu yol, mürşitsiz olmaz. Kendi başına arayarak bulunmaz. Seni değiştirecek olan kişi, gelir seni bulur ve toprağa ekilen tohum gibi senin kalbine güzel bir düşünce eker. Sen de o güzel düşünceye us verirsin. Yani toprakta su, kalbinde us dengesi var. Sonra da en önemlisi sabır. Bekliyorsun. E güneş de lazım. Buradaki güneş, kalbine o güzel tohumu eken kişi zaten. Güneş, mürşitin kendisi. Mürşitler hurşitlere benzer. Hurşit, güneş demektir. O güneş, sizin değişim ve dönüşüm süreci içerisindeki yaptığınız bütün eksiklikleri, hataları, kusurları size bir bir anlatır. Yani kısaca, buna 'ariflik mektebi' deniyor. Ariflik mektebine gitmeyen kişi asla içindeki o sevgi cevherini işleyemez.
Diyorsunuz ki, "Teslim olursak, içimizdeki bütün güzellikler ortaya çıkacak. Savaşırsak nefsimiz kazanacak." Tam ne demek istiyorsunuz? Nefsin kazanması ne anlama geliyor? Katiller nefislerine yenik mi düşüyorlar? Kızınızı öldürürken de mi yenik düştüler?
-Tabii ki. Sadece katiller değil ki. O belki, en son hali... En son aşama bir canlıyı öldürmek. Bir canlıya kıyabilmek... Çiçeği koparan da ağacı kesen de katil...
Mehmet Bey, nasıl oluyor da bir sürü sorunun üzerine çıkmış bir ruhani lider gibi konuşabiliyorsunuz?
-Estağfurullah efendim, haşa, öyle biri değilim. Kendi çapımda inandığım şeyler bunlar. Bütün kutsal dinlerin ve öğretilerin çok temel bir prensibi var. Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde de bir iyilik var. Biliyorsunuz, bizim dinimizde de hayır ve şer Allah'tan gelir. Hayrın, gerçekte hayır mı yoksa şer mi, şerrin gerçekte şer mi yoksa hayır mı olduğu sonradan ortaya çıkar. Hepimizin kalbinde rahman ve şeytan var. Yani 'nefis.' Rahman, her canlıya Allah'ın nurunu yayar. Ego ise hayatımızın yüzde 90'ını kapsar. Bundan kurtulmanın yolu da bütün uluların, evliyaların, ermişlerin, dervişlerin yaptığı gibi her şeyin azına rağbet etmektir. Az yemek yerler, az uyurlar, az konuşurlar. Çünkü nefis, dokunmaktan, güzel tatlardan, hoşuna giden sözler duymaktan, güzel kokular koklamaktan, yani beş duyu organımıza hitap eden güzel duyulardan hoşlanır...
Egoyu besleyen de bu kanallar mı?
-Evet. Bu kanalların her birini isteyerek bilinçli bir şekilde azaltırsanız, egonuz zayıflar ve içinizde depremler başlar. Çünkü o da savaşıyor, o da karşı çıkıyor. İşte birçok kez bu savaşı yaptım. Hepsinde de kaybettim. Ne zaman ki teslim oldum, şu gördüğünüz adam oldum. Çünkü nefisle yapılan mücadelenin hiçbir tanesini insanoğlu kazanamaz. Ben de kazanamadım.
'Teslim olmak' ne demek?
-Allah, ayet-i kerimede buyuruyor zaten. "Allah'ım" dedim, "Beni nefsimin eline bırakma. Benim gücüm yetmiyor. Ben fakirim, ben acizim. Bilen sensin, âlim sensin, sığınacak yerim yok. Yol gösterecek kimsem yok. Sen, bana yardım et. Sen, ilmimi arttır. Taşıyamayacağım yükü bana yükleme..."
Peki nefsimizden kurtulmayı beceremezsek ne olacak? "Analar babalar ağlayacak, meleklerin kanatları koparılacak" derken, "Tecavüzler, cinayetler bitmeyecek" mi demek istediniz?
-Zaten kainat yaratıldığından beri, iyiyle kötünün bir savaşı var dünyada. Dünya bu ikilemden meydana geliyor.
Mehmet Bey, siz kendinizi nerede bu kadar geliştirdiniz? Neler okudunuz, kimden feyz aldınız?
-Lise mezunuyum. İnanç farklı bir eğitim. Üç üniversite bitirmiş olsaydım da bu şekilde eğitilememiş olabilirdim.
Siz kendinizi geliştirdiniz yani...
-Efendim, irfani mektebine gidip, bir mürşitten el almayan, bir mürşide bağlanmayan, sıtkı sadakat ile her şeye şükretmeyen, sabretmeyen, yanmayan bunu yapamaz! Başaramaz. Mürşit olmadan olmaz. Bu kadar anlattığım şeyin özü bu. Mürşit olmadan olmaz. Siz kendiniz kapıyı bulamazsınız. Mürşit size kapıyı gösterir, siz gidersiniz. Mürşit sizinle de gelmez. O sadece yolu gösterir. Siz gidersiniz. Söz konusu olan sizin ruhunuz, sizin tekamül seviyenizdir. Ruhsal tekamülünüzün yükselebilmesi için o yolda siz, her bir düşünceyi, her bir acıyı deneyimlemek zorundasınız. Yaşayacaksınız, düşeceksiniz, kalkacaksınız, canınız yanacak, ciğeriniz parçalanacak, her gün ağlayacaksınız ama yine de "Her halimize şükürler olsun!" diyeceksiniz. Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Onun bizden istediği tek şey, samimiyet.
Siz hep mi böyleydiniz?
-Efendim hep böyleydim. 7-8 yaşlarındayken de "Allah'ım ben kimim?" derdim. Tebrizli Şems'in hikâyesini biliyorsunuz değil mi? Babası, Tebrizli Şems için çok üzülüyormuş, "Oğlum ben haline çok üzülüyorum, sen niye böylesin!" dermiş. O da cevap verirmiş: "Baba. Ben bunun için doğdum. Sen diğer çocukların için üzül!" Demem o ki, ördek suya girdiği zaman boğulmaz. Fıtratında vardır. Kartal doğduğunda uçma içgüdüsü vardır. Uçmak için uğraşmaz. Çabalamaz. Sadece kanatlarını açar. Doğuştan hazırdır. Uçar...
Siz kendinizi geliştirmek için birtakım yerlere gittiniz mi?
-Evet. İsmini şu anda size veremeyeceğim, benim nazarımda güzel bir gönül ehli olan, bir Allah dostuyla tanıştım. Ben zaten belli bir arayış içinde olduğum için, işin doğrusu ben onu ararken, o beni buldu. Akıllı ya da zeki biri değilim. Ama bunun akıl ve zekâyla da alakası yok. Bu, nasiple ilgili bir şey. Bu arada ölüm bir son değil. Farklı bir enerji boyutuna girmek ve form değiştirmek...
Peki size yol gösteren bu Allah dostu hâlâ hayatta mı?
-Hayır, vefat etti. Kendisinin yazmış olduğu eşi benzeri bulunmayan kitapları var bende. Tüm insanlığa mal olabilmesi için onları bastırmayı düşünüyorum.
Kızınızın psikolog olmak istemesinde sizin payınız ne kadar?
-Çok. Kızım da benim gibi herkesle, her şeyle empati yapardı.
Ne kadar yakındınız Özgecan'la?
-Çok yakındık. Her gün sohbet ederdim. Bir başlardık, en az 2-3 saat konuşurduk. Çok soru sorardı. Küçükken de öyleydi. Her şeyi öğrenmek isterdi. "Babacım, ben ne zaman senin gibi her şeyi bileceğim" derdi. Ben de "Vakti geldiğinde ben her şeyi sana tek tek anlatacağım. Ve sen dünyanın en iyi psikoloğu olacaksın" diyordum.
Ne iş yapıyorsunuz?
-Grafik tasarımcısıydım...
Beste'nin ismini de siz mi koydunuz?
-Evet. Kızlarımın ismini ben koydum. Özge ve Beste. Müzikle ilgili biri olduğum için, diğer kızımın adını Beste koydum. O da musikiyle ilgilenebilsin diye, nitekim konservatuvarda okuyor. Onlar, çok yakın iki kardeşti.
Bizler, sanki bizim başımıza gelmezmiş gibi davranıyoruz. Hep başkasının, komşunun başına gelirmiş gibi.
-Ben de öyle hissediyordum. Aklımın ucundan geçmezdi. İnsan ölümü ne kendisine ne ailesinden birine ne de sevdiklerine yakıştırabiliyor. Ama illa ki her nefis, ölümü tadacak.
Biber gazı neden varmış çantasında?
-Bildiğiniz gibi ortam iyi değil. Annesi, olur ya bazen geç kalabiliyordu, bazen arkadaşlarıyla kafeteryada bir şeyler yiyip içebiliyorlardı, tedbirli olsun diye taşımasını istemiş. Ama bir işe yaramadı.
Özge'nin kişiliğinin en belirgin özelliği neydi?
-Çok hırslı ve çok çalışkandı. Pes etmemeyi bilirdi. İnsanın, dış dünyasında bir hedefi, iç dünyasında da muazzam bir hayalinin olması gerekiyor. O da öyleydi. Ben, "Hayal et, gerçek olsun!" cümlesini ilk duyduğumda çok şaşırmıştım çünkü biz küçükken hayal ettiğimizde, çevreden bize, "Boş boş hayaller kurma!" derlerdi. Ben kızlarıma öyle bir şey söylemedim.
O gün yanında telefon olsa sonuç farklı olabilir miydi? Öyle şeyler geçiyor mu insanın aklından?
-Bakın, her şey Allah'ın takdiri. Ben inanıyorum ki, bunca yıl yaşadığım tecrübeler, bu ilahi tecelliye hazırlıktı. Sanki ben bu acıya dayanabilmek için eğitildim. Ve neticede, söylenecek söz yok. Bundan sonraki söz sadece sahibine söylenecek. Ama tabii ki hayretler içinde kalıyorum. Bu olayda, tesadüf olamayacak kadar ilahi bir tasarım var.
Nasıl yani?
-Normalde telefonunun yanında olması gerekiyor, değil. O arkadaşıyla birlikte vakit geçirdikten sonra hep durağa giderlermiş, önce Özge binermiş. Bu sefer, tersi olmuş...
Peki kızınızın yaşadığı felaket, diğer kızların hayatını kurtarabilir mi? Böyle bir umudunuz var mı?
-Var olmaz mı? Tabii ki her insanın kaderi kendine özeldir. Ama Özge'nin bir şeyleri değiştireceği de kesin. Belki kadına şiddet konusunda daha duyarlı olacağız, toplu taşıma araçlarına kameralar konacak, idam tartışmaları belli miktarda caydırıcılık yaratacak, belki birbirimize daha merhametli yaklaşacağız. Küçücük bir kelebeğin kanat çırpışı bile on binlerce kilometre ötede bir kasırganın oluşmasını tetikleyebiliyorsa, Özge de belki bu ülkede bir sürü şeyin değişmesine sebep olabilecek. İnşallah da olur.
Sabahları uyandığınızda sanki bu olay hiç yaşanmamış gibi geliyor mu bir anlığına?
-Evet... Ama sonra birdenbire hatırlıyorum.
Peki karşınızda olsa ne söylemek isterdiniz?
-Onu çok sevdiğimi...
İdama neden karşısınız? İnsan, ideolojik olarak idama karşı olabilir, bunu anlıyorum ama kendi çocuğu söz konusu olduğunda akan sular durur...
-Efendim netice itibariyle, benim kalbime ateş düştü, ben yandım. Evet, ilahi adalet tecelli edecek, buna da inanıyorum. Ama çözüm idam değil. İdam caydırıcı olabilir belki ama benim kızımın üzerinden tartışılması da beni rahatsız ediyor.
Siz, Özgecan'ın 'görevli' olduğunu mu düşünüyorsunuz? Kadın cinayetlerine önlem alınmasını sağlamak için...
-Onu Allah biliyor. Güzel bir insan Erzurum'dan aradı ve dedi ki, "Allah, Azrail'i bir küçük çocuğun canını almak için göndermiş. Azrail vazifesini yapmış ama çok üzülmüş. Çünkü çocuk çok güzel ve masummuş. Allah'a sormuş neden o çocuğun canını aldırdın bana diye. Allah da demiş ki, ormana git, bana bir ağaç kes getir. Azrail gitmiş, gezmiş, bir gonca gülle geri gelmiş. Allah sormuş, ormanda onca yaşlı, kuru, ağaç, dal varken neden bu gonca gülü getirdin. Azrail cevap vermiş, "Yarabbül Âlemin. Çünkü senin bahçene güzellik yaraşır!" Erzurum'dan başsağlığı dileyen kişi, "Evladım" dedi "Allah, Özge'yi kendisi için yaratmış. O bir melek. Geldi, görevini yaptı ve gitti..."
Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?
-Bu vahşi olaydan sonra bütün Türkiye bir oldu. Başka hangi güç bunu başarabilirdi ki? Sahip olduğu inanca göre, bu Allah'ın hikmetidir.
Eşiniz onların cani olduğunu söyledi. Size göre daha az bağışlayıcı konuştu. Doğuran başka bir acı mı yaşıyor?
-Doğrudur. Annelerdeki sevgi yoğunluğu, duygu yoğunluğu biraz daha fazla olabiliyor. Buna da saygı duyuyorum.
Bir yerde dediniz ki, "Benim meleğimin kanatlarını koparttılar. Yarın sizin meleğinizin de kanatlarını kopartmaya gelecekler. Herkes kalbindeki sesi iyi dinlesin. Bana, yıllarca neler olabileceğini anlattılar ama ben anlamadım. Gözlerim kör, kulaklarım sağır, dünyanın peşinde koştum durdum..." Bu cümlelerle anlatmak istediğiniz neydi?
-Şimdi efendim, yaklaşık 30 yıldır, gönül dostum, hatta manevi babam dediğim o değerli insanla birçok rüyamı paylaştım. Sadece rüya değil, birtakım duru görüler, duyu dışı birtakım görüntüler. Her şeyi farklı bir yoğunlukta yaşıyorum. Doğuştan sevgi donanımınız olabiliyor ama bilgi ve tecrübe sahibi olabilmek için zaman gerekiyor. Bende de onlar olmadığı için, gördüklerimi yorumlayamıyordum. Ama artık anlıyorum ki, o 30 yıl boyunca, bu olay için hazırlanmışım.
"Bunu yapan insanlar sadece adalet karşısına çıkıp cezalarını çeksinler..." dediniz. Yeni işkence mişkence görmesinler, tecavüze uğramasınlar... Bu, nasıl bir yüce gönüllülük? İnsanlar hadım etmekten, idamdan söz ederken, siz "Allah onların analarına babalarına da yardımcı olsun" diyebildiniz...
-Birçok güzel insan, kendini bizim yerimize koydu ve bizimle empati kurdu. Çektiğimiz acıyı, kendi yüreklerinde hissederek, içimizdeki yangını söndürmek için koşarak yanımıza geldi. Hepsinin önünde saygıyla, hürmetle eğiliyorum. Ben de o kişilerin annesinin babasının yerine koydum kendimi. Evet, ben de böyle bir empati yaptım.
Kaynak : Hürriyet 22.02.2015