• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/

İstanbul Van Dayanışma Platformu

Video Arşivi
Araştırma Yazıları
Günün Sözü









TAM EKRAN YAPIN
Arkanıza Yaslanın 
Yumun Gözlerinizi..

Haftanın Kitabı

Muhteşem Resimler DEVAM

IslamicART 1    3
Hava Durumu
Takvim
Üyelik Girişi

Mem û Zin


Dillere destan gerçek bir AŞK öyküsü... Mem û Zin - 1991 (Full Film)
-
 

MEM-U-ZİN MEM-U-ZİN HİKAYESİ
Cizre hükümdarlarından Mir Abdullah'ın oğlu Mir
Zeynuddin zamanında (854 Hicri, 1451 Miladi) yıllarında olay meydana gelmiştir.
Kürt şairi ve bilgini olan Ehmedê Xanî tarafından yazılmış ve 1695 yıllında
tamamlanmıştır. Bu eserin hangi tarihte yazılmış olduğu hakkında hiçbir belge
yoktur. 1690 yılında yazmaya başlandığı söylenmektedir. Ehmet Xanî'nin, hangi
tarihte doğup hangi tarihte vefat ettiği hakkında da kesin bilgiler mevcut
değil. Buna rağmen Xanî'nin (1651/52) yılında Hakkârî bölgesinde bulunan Xân
köyünde dünyaya geldiği ve ismini buradan aldığı yargısı güçlüdür. Ehmedê Xanî,
Kürt edebiyatına can verenlerin başında gelmektedir. Ve Kürt halkına birçok eser
armağan etmiştir. Bu eserlenden biri (şaheseri) olan Mem û Zîn'dir. Ehmedê Xanî,
bu olaydan yaklaşık olarak 240 yıl sonra Cizre'ye gelmiş ve eserini yazmıştır.
Bu ölümsüz eser hakkında günümüze kadar onlanca inceleme kitabı ve yüzlerce
makale yayınlanmış, konferanslar düzenlenmiş, tartışmalar yapılmıştır. Bir eseri
üzerine bunca şey yapılmışken, Ehmedê Xanî'yi anlatmak ve bir kaç sayfaya
sığdırmak elbette ki mümkün değildir. Onun için ben de Xanî'nin 'Mem û Zîn' adlı
ölümsüz eserinde birazcıkta olsa bahsetmeye (tanıtmaya çalışacağım desem daha
doğru olur.) çalışacağım. Cizre Beyi, Mir Zeynuddin'in Zîn ve Sitî adlarında iki
tane bacısı vardı. Zîn, beyaz tenli, beyin can ciğeriydi. Bey onu çok severdi.
Sitî ise esmer, selvi boylu biriydi. Tacdin, Beyin Divan Vezirinin oğluydu.
Hikâyenin ana kahramanı Mem ise Tacdin'in manevi kardeşi ve dostuydu. Botan
bölgesinde baharın müjdecisi olan Mart ayında (21 Mart Newroz), eğlence ve
bayram günlerinde çoluk - çocuk bütün Cizre halkı kırlara çıkar süslenirlerdi.
İşte böyle bir günde Mem ile Tacdin kendilerine kızlar gibi süs verip ve kıyafet
değiştirerek şenliğe katılırlar. Şenlik alanına vardıklarında erkek kıyafetli
iki kişiyi görürler. (onlar Sitî ile Zîn'di) Onları görür görmez ikiside yere
düşüp bayıldılar. Sitî ile Zîn bayan kıyafetli iki erkeği iyice süzerek onlar
sezmeden kendi yüzeklerini onların parmaklarına geçirip oradan ayrılırlar. Mem
ile Tacdin ayıldıklarında kendilerinin bezgin ve sersem onlduklarını görürler.
Bu esnada Tacdin Mem'in parmağında, üzerinde Zîn yazılı mücevheri fark eder,
Tacdin Mem'ın parmağına doğru elini uzatınca Mem de onun parmağında bulunan pana
biçilmez ve üzerinde Sitî yazılmış olan yüzüğü görür. İkiside Sîti ve Zîn'in ne
yapmış olduklarını anlarlar. Sitî ile Zîn dadıları olan Heyzebun'a anlatırlar.
Dadıları bir hekim kılığına girerek hasta olan Mem ve Tacdin'in yanına varıp,
Sitî ve Zîn'inde onlar gibi yandığını söyler ve yüzükleri geri ister. Tacdin
yüzüğü geri verir. Fakat Mem 'bununla yaşıyorum' diyerek yüzüğü vermez. Mem ile
Tacdin kalkıp arkadaşlarına durumu anlatırlar. Bunun üzerine Tacdin için
Cizre'nin önde gelenleri Cizre Bey'inden Sitî'yi Tacdine isterlerler. Bey,
Tacdin'e Sitî'yi verir. Böylece yedi gün yedi gece düğün yapılır. Aslen Botanlı
olmayıp İran'ın bir köyünden (Merguverli) olan Beko, Bey'in kapıcısıdır. Tacdin
Beko'yu hiç sevmez. Bey'e kaç sefer bu adamın kapıcılığa layık olmadığı söyler
fakat bey: 'değirmenimiz onunla dönüyor. Köpekler de kapıcıdırlar' der. Beko,
Bey'in Zîn'i Mem'e vermemesi için 'Efendim, Tacdin kendi tarafından Zîn'i Mem'e
vermiş.' Bunun üzerine kızan Bey, 'and içerim ki; Zîn'i eş olarak Mem'e
vermeyeceğim' der. Bey'in ava çıktığı bir günde Mem Zîn'i görmek için bahçeye
girer. Mem'i gören Zîn birden yıkılıverir yere. Bu sırada Mem onu görmez gül ve
reyhanları seyrederek şöyle der. 'Ey gul! Eger tu nazenînî, / 'Ey gül! Gerçi sen
de nazeninsin, Kengê tu ji rengê ruyê Zîn'î / Sen nerde, Zin'in yüzünün rengi
nerde? Ey sınbıl! Eger heyî tu xweş bû, / Ey sünbül! Gerçi senin güzel kokan
var, Reyhan ji te bûyîne sîyehrû, / Reyhan senin için kara yüzlü olmuş. Hun ne
ji mîsalê zilfe yarin / Fakat siz yarimin zülfine benzemezsiniz. Hun her du
fızûl û he zekarın / İkiniz de arsız ve herzecisiniz. Ey bılbıl! Eger tu ehlê
halî / Ey bülbül! Gerçi sen de aşk adamısın, Perwanyê şem'ê werdê alî, / Kırmızı
gül mumunun pervanesisin. Zîn'a me ji sorgula te geştir / Benim Zîn'im senin
kırımızı gülünden daha şendir. Bext'ê me ji talıê te reştir' / Benim bahtım da
senin talihinden daha karadır.' Mem bunu söyledikten sonra Zîn'i görür ve oda
orada bayılır. Ava giden Bey, avdan dönünce Mem'i bir abaya sarılmış bir şekilde
bahçede görür. Mem 'Beyim, biliyorsunuz ben hastayım canım sıkıldı gezeyim
derken sonra kendimi burda buldum'der. Bey'in yanında bulunan Tacdin abanın
altında Zîn'in saçlarını görür, durumu anlayan Tacdin Bey'i ikna ederek divana
doğru götürür. Daha sonra eve gidip Sitî ve çocuğunu evden çıkararak, evi ateşe
verir. Böylece Mem ile Zîn'in kurtuluşu için Tacdin evini feda eder. Emsali
görünmemiş bir dostluk örneğini sergiler. Beko'nun oyunlarıyla beyle satranç
oynamaya ikna edilen Mem başlangıçta ilk üç oyunu alır. Beko Mem'in iyi
oynadığını görünce Mem'in yönünü Zîn'e doğru çevirir. Zîn'i görüp hayallere
dalan Mem, Bey'e yenilir. Sevgilisinin Zîn olduğunu öğrenen bey Mem'in zindana
atar. Bir seneye yakın zindanda kalan Mem, Zîn'in hasretine dayanamayıp ölür.
Mem'in cenazesinin kaldırıldığı esnada Tacdin Beko'yu görüp öldürür. Beko'nun
öldüğünü gören Zîn, bakın hakkında ne düşünüyor: 'Ey şah û wezirê izz-û temkin!
/ 'Ey izz ve temkinli şah ve vezir! Ez hêvî dikim ne kin înadê / Rica ediyorum
inatetmeyiniz, Der heqqê vi menbeê fesadê / Bu fesat kaynağı hakkında. Lewra ku
xwedanê ins û canan / Çünkü insanlar ve cinlerin Allahın, Wi xaliqe erd û
asimanan, / Yer ve göklerin yaratıcısı, Roja ewî hubbe da hebîban / Sevgiyi,
sevgilileri verdiği gün, Hıngê ewî buxzê da raqiban / O zaman buğzu da rakiblere
verdi. ... / ... Em sorgulin, ew jibo me xare / Biz kırmızı gülüz, o bizim için
dikendir Em gencîn û ew jibo me mare / Biz hazineyiz o bizim için yılandır. Gul
hıfz-ı di bin bi nûkê xaran / Güller dikenlerin gagasıyla korunur, Gencîne
xwedan di bin bi maran / Hazinelerde yılanlarla beslenir. ... ... Ger ew ne bûya
di nêv me hail / Eğer o olmasaydı aramızda engel, Işqa me di bû betal û zail' /
Aşkımız da buzulur ve zail olurdu.' Nasıl ki bir gülü diken, hazineyi de yılan
koruyorsa, bizim de bekçimiz (köpeğimiz) Beko olacaktır. Diyen Zîn, Mem'in
mezarının başında devamlı ağlayarak şöyle der: 'Ey vücudumun ve canımın mülkümün
sahibi, Ben bahçeyim, sen de bahçıvan Senin bahçen sahipsizdir Sen olamazsan
onlar neye yarar Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir. Zülfümü tel tel çekeyim Sonra
yarim sen beni belki değişik görürsün En iyi hepsi yerinde kalsın Hakk'a
emanetim teslim ediyim.' Diyerek yapıştığı Mem'in mezar taşında canını verir.
Bey, Zîn'i gömmek için Mem'in mezarını açtırarak Zîn'i sarktığı esnada şöyle
seslenir. 'Memo! Al sana yar! der. Xanî, bu aşk hikâyesini, Kürt halkı arasında
oldukça yaygın olan ve sözlü gelenek yoluyla yüzyıllarca dilden, dile dolaşan
'Memê Alan Destanı''ından esinlenerek yazmıştır. Mitolojik bir nitelik kazanan
bu destan M.Ö.'den bu yana halk arasında, daha çok 'dengbêj' 'ler tarafından ve
özellikle uzun kış gecelerinde ard arda uzayıp giden gecelerde manzum ve bazen
de anlatıcı durup mensur (hikaye edici bir dille) a nlatırdı. Uzun soluklu bu
dengbêjleri, halk âdeta büyülenmiş bir şekilde ve kendinden geçercesine
saatlerce dinler ve onu takip eden gecelerde hikâyenin sonunu büyük bir
sabırsızlık ve merakla beklerdi. Halkın ilgisini göre anlatıcısı da hikâyenin
kısa veya uzunluğunu belirler. Xanî, 'Mem û Zîn' ' i XVII. Yüzyılın sonlarında
yazmıştır. O dönemde yazılmış olan bütün eserlerde Arapça ve Farsça'nın etkisi
altında kalıp bu dillerden kelimeler mevcuttur. (Bu Divan Edebiyatı'nın da bir
özelliğidi.) Bunda dolayıdır ki bu Mem û Zîn'de de bu etkiyi görebilmek
mümkündür. Buna rağmen bu eser, Kürt dilinin ve zengin kültürünün ispatıdır.
Xanî'nin, 'Kurmancım, kûh-î kenarî ' (Kürdüm, dağlıyım, kenardanım) deyişi,
sanırım birçok sorunun cevabı niteliğindedir. Bu eser, ilk olarak Ahmed Faîk
tarafından (1143 hicri-1730 miladî) yılında Azeri Türkçesine çevrilmiştir. Sırrı
Dadaşbilge, 1969 yılında nesre çevirip, beyitlerini sadeleştirmiştir. 42 yaprak
83 sayfadan meydana gelmiş bu çevirinin ilk sayfası zayidir. Faîk, Ehmedê
Xanî'den 35 yıl sonra çeviri yapmıştır. İki ayrı yerden kendisinden bahsetmekte
olan Faîk ayrıca gazellerin son beyitlerinde mahlaz kullanmıştır. İkinci olarak
Abdulaziz Halis Çıkıntaş 1906 yılında Türkçeye çevirmiştir. Fakat kitap bir
türlü basılamaz. Arapça, Fransızca, Almanca, Rusça başta olmak üzere birçok dile
çevrisi yapılmıştır. 1968 yılında M.Emin Bozarslan tarafından Türkçeye
çevirilmiştir. Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliyet gibi Mem û Zîn'de dünyanın
ölümsüz edebi eserleri arasında yerini almıştır. Ve yine bu eserlerdeki gibi Mem
û Zîn'de de beşeri aşktan ilahî bir aşka yükseliş vardır. Bu aşk etrafında Xanî,
çağın sosyal, kültürel, dini ve idari durumunu güçlü bir şekilde tasvir etmiş,
bölge (Botan bölgesi)'nın törelerini, bayramlarını (Burada Newroz bayra**nın
yeri oldukça önemli...), bayramlarla birlikte av partilerini, kır eğlencelerini
kısacası halkın bütün yaşantı tarzlarını görebilmek mümkündür. Aşk unsurunun
yanında, dağlardan (Cudi, Tura 'Tur dağı'), sulardan (Özellikle Dicle nehrini),
ağaçlardan, hayvanlardan, kuşlardan (Bülbülün önemi büyük), bitkilerden
(Bülbülle bağlantılı olarak gül'den ), renklerden, kokulardan sık sık
bahsetmekte bunları okuyucunun zihninde canlandırıp adete gözler önüne
sermektedir.

 DİĞER BİLİMSEL VİDEOLARIMIZ
     
     
  
    
 
    
  
 
 
 
Muhteşem Komutanlar







Finans - Borsa
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Köşe Yazıları

Diğer Linklerimiz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam107
Toplam Ziyaret23631656
Kim Kimdir?