Hüseyin ÇELİK'in arkasındaki asıl güç ? Hazırcevaplık anadan, ilim babadan Ahmet Dönmez'in Ak Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik ile ilgili aktardığı ilginç bilgiler... Ropörtaj Haberi - ZAMAN 17 Kasım 2013 Pazar - 15:16
“Eğer ile meğeri evlendirmişler, keşke diye çocukları olmuş.” dediğinde, Türk politik mizah tarihi listesine ‘üst sıralardan girmeyi’ başarmıştı. Milli eğitim bakanıydı o zaman. Kısa bir süre kültür bakanlığı tecrübesi de var. Fakat sanki asıl performansını AK Parti sözcülüğünde buldu. Tabii ki Hüseyin Çelik’ten söz ediyoruz. Özellikle basın toplantıları, bir nevi ders gibi geçiyor. Bir soruyu, Anatole France’dan, Fuzuli’den, Nef’i’den alıntılarla cevaplamak onun için bir zevk. Tarihsel olaylardan edebi yakıştırmalara, yerli yabancı atasözlerinden deyimlere, sözlü ve yazılı kültürün hemen her çeşidini sergiliyor. Bilhassa muhalefet partilerine söz yetiştirirken kullandığı halk deyişleri, espri ve benzetmelerle zaman zaman salondaki muhabirleri bile güldürüyor. “Benim annemin bir sözü var.” diye başladığı cümlelerin devamı ise genellikle gazeteciler için renkli bir ‘arabaşlık’ demektir. Fakat çok az insan bilir ki, Hüseyin Çelik’in bu performansının arkasındaki asıl kahramanlar anne ve babasıdır. Babası Hasan Çelik, aşırı okumaktan gözlerini kaybetmiş bir molla. Annesi Sariye Hanım ise ümmi olmasına rağmen kitap olacak kadar özgün sözlere sahip. Hüseyin Çelik, milli eğitim bakanı olarak 27 Eylül 2006 tarihinde Alanya’nın 10 ayrı beldesinde, hayırseverler tarafından yaptırılan 10 ayrı okulun açılışını yapmıştı. Ramazan’dı, oruçluydu. Fakat bütün açılışlarda irticalen konuştu, yazılı metin okumadı. Kendisiyle birlikte bütün törenlere katılan dönemin Antalya Valisi Alaattin Yüksel, daha sonra kendisine, “Sayın Bakan’ım, 10 ayrı yerde konuştunuz, 10 konuşmanın 10’u da birbirinden farklıydı. Hiçbir yerde aynı konuşmayı yapmadınız.” diyerek şaşkınlığını ifade edecekti. Bu anı, bir hatip olarak Çelik’i en iyi özetleyen olay.
Babası çok okumaktan gözünü kaybetmiş Bakanlıktan sonra parti sözcülüğüne giden yol da böyle bir belagat gücünü ve birikimini gerektiriyor elbette. Peki, geçmişte üniversite hocasıyken derslerini bir ziyafete çeviren, şimdi de bir parti sözcüsü olarak konuşmalarını bu denli renklendiren Hüseyin Çelik’in nasıl bir kültürel geçmişi var? Bu sorulara cevap ararken tabii ki Çelik’in aynı anda 4 kitap okuyan biri olması değildi şaşırtan. Asıl hayret uyandıran, babasının hikâyesiydi. 80’li yaşlarında olan Hasan Çelik, okumaktan gözlerini kaybetmiş biri. Baba Çelik, bir melle, yani molla. Onun babası da mollaydı, dedesi de. Ulema bir aile yani. Aslen, şeyhleri ve din âlimleri ile ünlü Siirt Tillolular zaten. Ailenin bir kısmı oradan Van’a göç etmiş. Hasan Çelik de Van’a yerleşenlerden. İlkokul mezunu ama İslamî ilimler tahsili olan, Arapça, Farsça bilen, kendini iyi yetiştirmiş bir medrese hocası. Çok sayıda talebe yetiştirmiş. Şu anda bile uyku, namaz ve günlük insanî ihtiyaçların dışındaki zamanının yüzde 90’ını kitapla geçiriyor. 3 bin civarında orijinal kitabı var. Çoğu Arapça. Okumaktan bir gözünü kaybetmiş, diğeri de çok az görüyor. Buna rağmen mercekle okumaya devam ediyor. “E babamın bu kitap merakı bize de yansıdı.” diyor Hüseyin Çelik. Babaları sadece kitap okumaya teşvik etmemiş onları. Aynı zamanda hiç kimsenin çocuklarını okutmadığı bir bölgede, 7 oğluna da yüksek tahsil aldırmış. İki kızı ise bölgenin içinde bulunduğu şartlar gereği hiç okula gidememiş. Fakat onlara da kendisi eğitim vermiş. Şimdi onlardan biri, babalarının kütüphanesinin mirasçısı. Bütün kitaplar ona kalacak. Çelik, “Geçenlerde babamın eski kitaplarını tamir ettirdim, ciltlerini yenilettim. Babamın kendisini gençleştirseydim herhalde ancak bu kadar mutlu olurdu.” diye latife yapıyor. Aile ortamı böyle olunca Hüseyin Çelik de çocukluğundan beri okumaya, yazmaya meraklı biri olarak yetişti. “Bizde akıl tarafı babadan gelir. Annemin okuma yazması yok. Çok sonraki yıllarda, 60’lı yaşlarında Kur’an okumayı öğrendi. Fakat müthiş bir sözlü kültürü vardır. Duyduğunuzda çok şaşıracağınız, güleceğiniz, düşüneceğiniz sözler söyleyiverir. ‘Cuk’ diye sözü yerine oturtur. Anneme bir şey söyleyin, size onunla ilgili ya atasözü söyler, ya darb-ı mesel anlatır ya da bir deyim... Hazır cevaptır. Yeğenim Selim, ninesinin dizinin dibine oturmuş, bir şey söyleyince hemen not almış. Koca bir kitap oldu. Bu sözler hep Kürtçe olduğu için kitap olarak bastırılamadı ama çeviri yapıp bastırabiliriz.” Bir basın toplantısında, muhalefet liderlerinden birini eleştirirken, “Benim annemin bir sözü var; ‘Oğlum bunun vaazı Musa’nınkine, icraatı Firavun’unkine benziyor’ der.” deyivermişti. ‘Sözleri çok güzel de icraatı söylediklerine uymuyor’ manasında. Ailecek fasıl yapıyorlar, Hüseyin Çelik flütçü Hüseyin Çelik, anlaşılacağı üzere oldukça renkli bir aileye sahip. “Babam ve annemden çoğalma 77 kişiyiz. Damatlar, gelinler hariç. Herkesin derdinin ayrı ayrı paylaşıldığı, sıcak bir aileyiz.” diyor. Modern şehir hayatı aileleri un ufak ederken onlar akıntıya hâlâ direnenlerden. Van’da bahçeli bir evleri var. Ramazan’ın birinci gününü orada karşılıyorlar, aile geleneği olmuş bu. İftardan sonra baba Hasan Çelik imamlık yapıyor, hep beraber teravihi kılıyorlar. Bir de Ankara’da bağ evleri var. Geçen yılın Kurban Bayramı’nda 112 kişi orada sofraya oturmuş. Sayı kalabalık, aile bireyleri de renkli olunca başka eğlenceler de kaçınılmaz oluyor. Mesela ailece fasıl yapıyorlar. Hüseyin Çelik, flüt çalıyor. Gitar çalan yeğenler, bağlama çalanlar... Ailenin sesi güzel olanları daha fazla. Akşam bağ evinin camları, içeriden yükselen alaturka şarkılarla çınlıyor. Kasaba siyaseti dönemi bitti Hüseyin Çelik, yoğun bir tempoda çalışmasına rağmen haftanın bir iki gününü Dikmen Vadisi’ndeki ofisinde geçiriyor. Orada bol bol okuyup notlar alıyor. Sadece bundan keyif alması, alışkanlık haline getirdiği için değil, aynı zamanda mecbur da hissediyor. Gerekçesini anlatırken, “Kasaba siyaseti dönemi bitmiştir.” tespitinin ardından şöyle devam ediyor: “Ya bilgi ve fikre dayalı siyaset yapacaksınız ya da o bizim klasik kasaba siyasetini sürdüreceksiniz. Eskiden siyasetçinin imajı yerlerdeydi. Bunda maalesef fikre, bilgiye dayalı değil, kuru gürültüye, demagojiye, ayak oyunlarına, madrabazlığa dayalı siyaset yapanların olumsuz katkıları olmuş. Siyasete talip olan insanlarda asgari üç şey olmalı: Bilginiz, birikiminiz olacak. Bu bilgi ve birikimi ifade edecek diliniz olacak. Bunu ifade edecek cesaretiniz olacak. Benjamin Franklin diyor ki: ‘İyi yetişmiş namuslu insanlar eğer siyasetin dışında kalmayı tercih ediyorlarsa, siyaseti kirli bir alan görerek dışında kalmayı tercih ederlerse ilanihaye ikinci sınıf insanlar tarafından idare edilmekten kurtulamazlar.’ Bir şeyler okunmadan geçen bir gün olmaz. Hiçbir şey yapmasam bile her gün okuduğum 10 tane köşe yazarı vardır, onları mutlaka okurum.” En zor dönemde milli eğitim bakanlığı yaptım “Milli Eğitim Bakanlığı çok sıkıntılı bir bakanlıktır. Genellikle statükocular, Milli Eğitim Bakanlığı’nı torna tezgâhı gibi görürler. Eğitilmesi gereken 20 milyonluk insan kitlesine de adeta kereste gibi bakarlar. Bu büyük torna tezgâhının ayarlarını kendisi yapacaktır, oraya bir tornacıbaşı lazım, o da bakandır. Bu bakan onlara tornadan tek tip malzeme üretecek. Ben galiba biraz aykırı bir milli eğitim bakanı oldum. 28 Şubat’ın gölgesinin hayata hakim olduğu bir dönemdi. Dolayısıyla bana yapılanlar herhalde ancak Firavun tarafından Musa’ya yapılmıştır. Hayal edin, ben milli eğitim bakanıyım, Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi en kudurgan döneminde, Danıştay bizi çalıştırmamaya ahdetmiş, Yargıtay bürokratlarımı içeri atmak için adeta pusuda bekliyor, asker her şeye karışıyor... Kemal Gürüz’ün, Erdoğan Teziç’in başında bulunduğu YÖK’ün ne halde olduğunu herkes hatırlar. Üniversitelerarası Kurul ayrı bir dert. Medya üç günden ikisinde beni manşet attığında, ‘Neyse ki bir günü kurtardık’ dediğim günlerdi. Temel’in fıkrasında olduğu gibi biz bir elimizle şeytan taşlıyorduk, bir elimizle de ibadet etmeye çalışıyorduk.” İstesem de Zeki Müren gibi Türkçe konuşamam “Bende bir aksan var. Zaman zaman bazıları eleştiriyor, bunu tenkit konusu yapıyorlar. Ben kendimi zorlasam da Zeki Müren Türkçesi konuşamam. Benim Türkçem, melez bir Türkçedir. Anlatırlar ya, eskiden saraya bütün aşçılar Bolu Mengen’den gidermiş. Yeni aşçı alınacakmış. Adaylar saraya giderken, ‘Saraydaki insanlar çok kibardır, sakın orada kaba konuşmayın’ diye uyarmışlar. Saraya vardıklarında, ‘Nerelisiniz?’ diye sormuşlar. “Bülülüyüz” diye cevap vermiş bizimkiler. “Bülü neresidir, Bolu mu demek istiyorsunuz?” dediklerinde de, “O kabacasıdır” diye cevaplamışlar. Yani kibarlaşacağız derken Bolu’yu Bülü yapamayız.” ZAMAN |
7107 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |